25 Mart 2015 Çarşamba

Surrealism

Surrealism (gerçeküstücülük)

     Gerçeküstücülük ya da sürrealizm, Avrupa’da birinci ve ikinci dünya savaşları arasında gelişmiştir. Temelini, akılcılığı yadsıyan ve karşı-sanat için çalışan ilk dadaistlerin eserlerinden alır. 1924'te "Manifeste du Surrealisme"i (Sürrealizm Manifestosu) hazırlayan şair Andre Breton'a
 göre gerçeküstücülük, bilinç ile bilinç dışını birleştiren bir yoldur. Gerçeküstücülük akımı, gerçek
 dışı anlamında değil aksine gerçeğin insandaki iz düşümü şeklinde bir yaklaşımdır.
  Sigmund Freud’un teorilerinden etkilenen Andre Breton için, bilinçdışılık düş gücünün temel kaynağı, deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneğiydi.
    Breton’un yanı sıra Louis Aragon, Benjamen Peret, otomatik yazı yöntemleri üzerinde
 deneyler yaptılar. Kendi söylemleriyle, "gerçeküstü dünyanın düşsel, cinsel, sapkın
 imgelerini geliştirmeye" başladılar. Bu şairlerin dizelerindeki sözcükler, mantıksal bir sıra 
izlemek yerine bilinçdışı psikolojik süreçlerle bir araya geldiği için insanı irkiltiyordu.

Pittura Metafisica

Pittura Metafisica (metafizik resim)

     Ferrara Carlo Carrà ve Giorgio de Chirico çalışmalarıyla 1917 yılında doğmuş bir İtalyan sanat harekettir. De Chirico kendisi tarafından kabul ettiği metafizik sözcüğü, hareketin poetikasıdır.  

   Onlar görünüşte zamanda dondurulmuş şekil ve nesneleri, düşsel imgelerle tasvir etmişlerdir. Metafizik Resim sanatçıları, geleneksel bir bakış açısı alanında görünür dünyanın temsili, ama kukla gibi modeller, tuhaf, mantık dışı bağlamlarda nesneleri, gerçek dışı ışıklar ve renkler, hala figürlerin doğal olmayan statik olarak insanların sıradışı düzenleme olarakda kabul edebiliriz.  
Fütürizmine Muhalefet, Metafizik Resim boyama yeni bir yol ortaya çıkarıyor. Farklı bir mantık kullanmıştır, Carrà ve De Chirico ıssız kareler, sessiz, katı halde binalar, revak ve gölgeler,  uzak mesafeden geçen trenler, saatler ve heykeller.Sahnenin yer ya da anı resimlerinde asla kesin bir ipucu yoktur. Beklenti ve gizem duygusu yaratma ve bilinçaltı ile gümrüklü, sunulan şeylerin anlamlarının ötesinde yeni bir gerçeklik oluşturmuştur. İtalyanın Faşizm döneminde Kübizme ve Fütürizme karşı tepki olarak bugün Metafizik Boyama gösterebiliriz. Bu, 20. yüzyıl İtalyan sanat başarılarının çoğu bu süre içinde gelmiştir.

Dada

Dada


1916 yılında başlamış kültürel ve sanatsal bir akımdır. Dada Dünya Savaşının barbarlığına, sanat alanındaki ve gündelik hayattaki entelektüel katılığa ve erotizme bir protesto olmuştur. Mantıksızlık ve varolan sanatsal düzenlerin reddedilmesi Dada'nın ana karakteridir.
Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Jacques Magnifico, Marcel Janco ve Emmy Hennings’in aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih’te Hugo Ball’in açtığı kafede toplandı. Dada bildirisi de burada açıklandı.
Dada isminin nereden geldiği konusunda kesin bilgi olmamakla beraber Fransızca ’da oyuncak tahta at anlamına gelen "Dada" bu kişilerin yarattığı edebi akımın ismi olarak seçildiği yönünde bir görüş vardır.
Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Dada’cı yazarlar, kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe Karşı çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini, pisliğini, iğrençliğini, berbatlığını, rezaletliğini vurguluyorlardı. Dada neden, niçin sorularına yanıt bulamayan negatif bir yaşama kavramıdır.
Resim sanatı dalında Dada’nın gerçek temsilcisi Marcel Duchamp olmuştur. 1913 yılında New York’ta Armony Show’da eserleri de sergilenen Duchamp’ın readymade’leri (hazır eserleri), örneğin bir şişe kurutacağı, bir psivar bu sanatçının özgün yapıtlarındandır. Bunlar gösteri yapıtlarıdır.
Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi 1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupault, Paul Eluard ile Georges Ribemont-Dessaignes’in yazılarının yer aldığı de Litterature(dö Literatür)'dü. Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe (sürrealizm) yöneldi.

Synchronism

Synchronism

Synchronism (senkronizm)

Senkronizm Amerikalı sanatçılar Stanton MacDonald-Wright ve Morgan Russell tarafından 1912 yılında kurulan bir sanat hareketidir. Müzik için kıyaslamıştı renk teorisine dayanan soyut "synchromies", Amerikan sanatında ilk soyut resimler arasında yer aldı. Synchromism uluslararası dikkatleri alan ilk Amerikan avant-garde sanat hareketi oldu. Onlar erken 1910'larda Paris'te öğrenim gören ise Synchromism Stanton MacDonald-Wright ve M
  organ Russell tarafından geliştirilmiştir. 1911'den 1913 yılına kadar, onlar olan renk teorisi MacDonald-Wright ve Russell üzerine etkili saturation. Ayrıca renk tonu ve yoğunluğu gibi müzik olarak ses niteliklerine renk nitelikleri, bağlı resimleride vardı Kanadalı ressam Percyval-Tudor Hart, altında inceledi yoğun renk vurguladı İzlenimciler, Cézanne ve Matisse. Russell resim ve müzik arasındaki bağlantının iletmek için ekspres bir girişim, 1912 yılında dönem "synchromism" icat.İlk synchromist resim, Green Russell Synchromy, 1913 yılında Paris Salon des Indépendants de sergilendi. Aynı yıl, Macdonald-Wright ve Russell tarafından ilk synchromist sergisi Münih'te gösterildi. Sergiler Ekim 1913 yılında Paris'te izledi ve New York Mart ayında 1914.Macdonald-Wright, 1914 yılında tekrar Amerika'ya taşındı, ama o ve Russell ayrı soyut synchromies.Synchromism devam etti ve 1920'lerin içinde etkisini sürdürdü. Synchromism ile denediği diğer Amerikalı 
ressam Thomas Hart Benton, Andrew Dasburg, Patrick Henry Bruce, ve Albert Henry 

Section d'Or

Section d'Or

  • Section d’Or ( Fransızca’da “Altın Oran”) Puteaux Group olarak da bilinir. Ressamlar ve eleştirmenlerden oluşan bir gruptur.
  • Kübizmden türemiş olan Orphism (Fransız şair Guillaume Apollinaire tarafından kullanılmıştır) ile ilişkilendirilmiştir. Orphizm, Kübizm'den doğan 20'nci yüzyıl sanat akımıdır (koyu renkleri ve kontrastları kullanmayı sürdüren, fakat Kübizm'den daha yumuşak bir stilde)
  • 1912’den 1914’e kadar faaliyet göstermişlerdir.
  • 1912’de grup ilk sergilerini Paris’teki Galerie la Boétie’de açtı. Ayrıca Section d’Or adını taşıyan kısa ömürlü bir dergi de yayınladılar. 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla grup aktivitelerine son Verdi.
  • Grubun adı ressam Jacques Villon tarafından önerilmiştir. Villon’un matematiksel oranların etkisine karşı olan ilgisi bunda etkili olmuştur. Bu oranlardan birisi de Altın Orandır. Grubun adı Kübist artistlerin geometrik formlara duyduğu ilgiyi temsil eder.
  • Ana üyeler Robert Delaunay, Marcel Duchamp, Raymond Duchamp-Villon, Albert Gleizes, Juan Gris, Roger de La Fresnaye, Fernand Léger, André Lhote, Louis Marcoussis, Jean Metzinger, Francis Picabia, ve André Dunoyer de Segonzac’tır.
Juan Gris
Gerçek adı José González’dir. 23 Mart 1887 yılında Madrid’de doğmuştur. Kendisi ünlü bir İspanyol ressamdır. Resime başlamadan önce 1904 yılına kadar matematik, fizik ve mühendislik üzerine eğitim almıştır. 1906 yılında Paris’e taşındı. Burada geçimini gazeteler için karikatürler çizerek sağladı. 1910 ile 1912 yılları arasında yaptığı Kübist tarzındaki eserleri Section d’Or sergisinde beğeniye sunuldu. Eserleri Kübist hareketinde oldukça önemlidir.
1913 yılında kendine özgü tarzını geliştirdi. Gris’in çalışmaları bir mimarın binayı dizayn etmesindeki gibi sistematik bir yapıya sahiptir. Birinci Dünya Savaşı sırasında çalışmaya devam etti ve 1919 yılında ilk tek kişilik sergisini Paris’te açtı.
1920 yılında sağlık problemleri nedeniyle çoğu zamanını Fransa’nın güneyinde geçirdi. Bununla birlikte zamanla ustalaşarak (Keman ve Meyve Tabağında olduğu gibi) resim yapmaya devam etti.
Gris aynı zamanda heykel yapımında, çizimlerde, balerinler için kostüm dizaynı ve sahne dekorasyonunda da başarılı çalışmalar yapmıştır. 1927 yılının baharında 40 yaşında Paris’te öldü.

Der Blaue Reiter

Der Blaue Reiter



  • Vasiyl Kandinsky ve Franz Marc'ın 1911'de Almanya'nın Münih şehrinde kurduğu ressamlar birliği.
  • Kandinsky ve Marc 1912'de, içinde plastik sanatlara ve müziğe yer verdikleri Der Blaue Reiter (Mavi Süvari) adında bir almanak yayınladılar ve iki sergi düzenlediler. Daha sonra Gabrielle Münter, Alexej Jawlensky, Marianne von Werefkin, Alfred Kubin, Paul Klee, Arnold Schönberg'in de katıldığı Mavi Süvari grubunun bildirgesi, dönemin entelektüel ortamında oldukça yankı uyandırdı. Sanatçılar yeni bir tinsel çağı haber verdiler. Bildirgede on dört ana makale vardı. Bu metinlerde Kandinsky ilk kez sanatçının doğayı kavraması ve saf estetik birliğe yönelmesindeki yegane aracı olarak gördüğü "içsel gereklilik"ten bahsetti.

  • Der Blaue Reiter'in 1912'de Münchner Galerie Thannhäuser'da yaptıkları sergiden sonra kendilerini uluslararası duyurmayı başardılar. Bunun üzerine Heinrich Campendonk, Robert Delauney ve Lionel Feininger bu guruba katıldılar.
  • 1905’te kurulan Die Brücke adlı ressamlar birliği gibi, Der Blaue Reiter stili realizm, naturalizm ve izlenimciliğe karşıydı.
  • Die Brücke ve Der Blaue Reiter ressam birlikleri Fransız Fovizm'ini ilham alarak Alman dışavurumculuğu oluşturmuşlardır. Bu konuda bu iki birlik fikir ayrılığına düştü. Die Brücke'nin ressamları dışavurumculukla, 19. yüzyılının güzel ve gerçekçi stiline karşı bir stil oluşturmak istemişlerdi. Amaçları, doğanın güzelliğinin ve çirkinliğinin renklerini ve şekillerini oldukça sert ve köşeli gösterip eski stili eleştirmekti. Der Blaue Reiter 'nın ressamları ise parlak, çok renkli, simetrik kompozisyonla ve dinlendirici renkler ve şekiller ile doğayı göstermek istiyorlardı.

Vassily Kandinsky (d. 4 Aralık 1866, Rusya – ö. 13 Aralık 1944)
Ressam ve sanat kuramcısı.
Sanatsal ve kültürel ortamın oldukça ateşli olduğu 20. yy.da, ilk kıvılcımları parlatanların başında Kandinskiy gelir. Teorileri ve uygulamalarıyla etkin rol oynayan önemli bir kuramcı ve ressam olmuştur.
Kandinsky 1909 yıllarında ünlü emprovizasyonlarına başladı. 1911'de Kandinskiy, Münter ve diğer arkadaşları ile Münih'deki geleneksel sanatçılar derneğini ile bağlantılarını kopartarak Der Blaue Reiter (Mavi Binici) akımını oluşturdu. İki kısa yıldan sonra bu yeni grup Kandinskiy'nin önderliğinde Matisse, Picasso, Delauney ve Klee gibi zamanın önemli yaratıcılarını etrafında toplamıştı bile.
Der Blaue Reiter yeni dönem için müzik, tiyatro ve bilimsel alanları da kapsayarak soyut resim, gerçekçilik akımları, primitive sanatlar ve çocuksu çizimler için adeta bir yön gösterici işlevindeydi. Böylece Münih dünyada önemli bir sanat merkezi haline geldi.
Kandinskiy yaklaşımını 1912 yayımlanan Sanatta Zihinsellik Üzerine adlı kitapta geliştirdi. Kandinskiy için sanat, manevi değerlerin betimlenmesidir. Her sanat dalı dışsal yapısı itibariyle birbirinden ayrılsa da buluştukları ortak nokta, insan ruhunu arıtıp, harekete geçirebilecek iç amaç için çaba vermeleridir

Futurism

Futurism
·Füturizm temeli İtalya olan 20.yy’ın başlarında ortaya çıkmış bir sanat akımıdır. Genelde güncel, çağdaş konseptleri ele almıştır (hız, teknoloji, gençlik, şiddet, arabalar, uçaklar vb)
·Sadece İtalya’da değil, İngiltere ve Rusya’da da paralel hareketler ortaya çıkmıştır.
·Fütürizm hemen hemen sanatın her dalını etkilemiştir (resim, heykel, seramik, grafik tasarımı, endüstriyel dizayn, tiyatro, film, moda, müzik, mimarlık)
·Bu hareketin öncüleri İtyalyan Filippo Tommaso Marinetti, Umberto Boccioni, Carlo Carrà, Gino Severini, Giacomo Balla, Antonio Sant'Elia, Tullio Crali ve Luigi Russolo ile Rus Natalia Goncharova, Velimir Khlebnikov, ve Vladimir Mayakovsky idir.

Cubo- Fütürizm
1913 yılında itibaren Rusyada Kübizm'e etki eden ve gelişteren, Rus Fütürizmi'nin temel okuludur.
Cubo-Fütürizm Kübizm'in formları ve Fütürizm'in dinamikliğini esas almıştır. 
Kazimir Malevich tarzı geliştiren kişidir ve bu tarzı 1912'de imzalanan fakat 1913 yılında yapıldığı bilinen "The Knife Grinder" isimli eserinde görülebilir. Fakat Kazimir Malevich Suprematizm olarak adlandırılan ve objektif olmayan bir tarz benimseyerek bu tarzı reddetmiştir.
Carlo Carrà (d. 11 Şubat 1881 Quargnento, Alessandria (il) — ö. 13 Nisan 1966 Milano)
İtalyan ressamdır.
Bölmeciliğin izini taşıyan natüralist bir resim anlayışını benimsedikten sonra, 1910’dan başlayarak fütürist harekete katılmıştır. Güçlü ve dinamik bir kurgusu olan tuvallerinde, duyumlarla imgelerin eşzamanlılığını kübizmin öğeleriyle birleştirdi. Ne var ki, eski ustaların yapıtlarını incelemesi, sonra da 1916'da Giorgio de Chirico ile karşılaşması, onu metafizik resim anlayışına bağlayabilecek çalışmalara yöneltti. Kapalı perspektifler ve mankenler, yerini 1920'den başlayarak figürlü kompozisyonlara, deniz manzaralarına ve kesin hatlarla çizilmiş, şiirsel manzara resimlerine bıraktı.


Die Brücke

Die Brücke (Köprü)

Paris'te, 1905'teki Sonbahar Salonu'nda fovizm birdenbire ortaya çıkarken, dört genç Alman ressamı da (Erich Heckel, Karl Schmidt-Rottluff, Ernst Lud­wig Kirchner ve Fritz Bleyl) Dresden'de Die Brücke (Köprü) diye adlandırdık­ları bir sanat hareketini başlattılar.
 
Bu sanatçılar Dresden Dekoratif Sanatlar Okulu'nda ya da Güzel Sanatlar Okulu'nda değil de, Yüksek Teknik Okulu'nda öğrenciydiler. Bu açıdan da durumları, çoğunlukla Güzel Sanatlar Okulu'ndaki gerici eğitime ve atölyelerin karanlık resmine tepki gösteren Fransız fovlarınınkinden farklıydı. Ama buna karşılık, düşler, heyecanlar ve fikirlerden oluşmuş, hem karmaşık hem de ezici bir içeriğin aşırı derecede bunalttığı yüz­yıllık bir resim sanatının ağırlığına da katlanmak zorundaydılar; üstelik plastik buluştan tamamıyla yoksun olan bu içeriğin sahte estetizmi de, iddialı ve han­tal olan tarihsel-yazınsal temalarla doluydu.
Fransız fovları birlikte sergi açmak için bir anlaşmaya varamamışlardı; Vauxcelles'in adlandırması da yeni toplaşmalara yol açmadığı gibi, bir birlik, bir süreklilik de yaratamamıştı. Ayrıca Fransız fovlarının, resim sanatını kö­künden değiştirmek gibi bir niyetleri de hiç yoktu; yeni yollar açmayı, sanatta yeni bir sayfa başlatmayı da hiç düşünmüyorlardı. İstedikleri tek şey, kendilerinde tutku derecesinde var olan renk şiddetini dile getirmek ve onu en güçlü, ten görkemli noktasına ulaştırmaktı.
Buna karşılık, Dresden dörtlüsü, dönemlerinin resim sanatını altüst etmek istiyordu. Bunun için de "bütün devrim ve kaynaşma etkenleri"ni (Schmidt Rottluff) cezbetmeyi ve "kendilerini yaratıcılığa zorlayan içgüdüyü doğrudan ve otantik olarak yeniden canlandıran" (Kirchner) herkesi bir araya getirmeyi amaçlıyorlardı.
Birbirlerine sıkı bir dostlukla bağlı olan Die Brücke'nin dört silahşoru, tıpkı romantik topluluklar gibi, yaşamlarını birlikte sürdürecekleri dar bir topluluk oluşturmak istiyorlardı - bu da fovlardan farklı olduklarını gösteren bir başka özellikti.
 
Aralarındaki dostluk duygusu onları öylesine gerçek bir biçimde etki­lemişti ki, başlangıçta, yarattıkları yapıtları birbirinden ayırt etmek güç oluyor­du. Topluluğun her bir üyesinin kendi kişiliğini ortaya koyması yavaş yavaş oldu. Bu sanatçılar topluluklarına bir ad verdiklerinde, Delacroix'nın, nesnelerin derin içeriğinin anlatımı ve sanatçının derin benliğinin yansıması olan renkten, yaratıcı ile izleyici arasında "atılmış bir köprü" biçiminde söz etmiş olduğunu biliyorlar mıydı acaba?
Die Brücke'nin çalışmak için seçtiği ilk yerler Dresden-Friedrichstadt'ta bulunan yük istasyonu yakınlarındaki ayaküstü düzenlenmiş atölyeler ile yaz aylarında, Moritzburg gölleri kıyısıydı.
 
1906'da başka birçok sanatçı da hareke­te katıldı: Dresden Güzel Sanatlar Okulu'yla Dekoratif Sanatlar Okulu'nun eski öğrencisi Max Pechstein, Emil Nolde ardından da daha kısa bir süre için İsviç­reli ressam Cuno Amiet ve Dresden Güzel Sanatlar Okulu'nda öğrenci olma­dan önce Görlitz'de litograf çırağı olarak çalışan Otto Müller. Die Brücke sanat­çıları aynı yıl, aşağı yukarı genel bir ilgisizliğin görüldüğü bir ortamda -Fran­sa'daysa fovlar hemen bir skandal yaratmışlardı- Dresden'deki bir lamba fabri-kasında sergi açtılar. Bir yıl sonra da kendilerini daha kararlı bir biçimde Richter galerisine kabul ettirdiler ve Alman öncü sanatının en uç noktasında yer aldılar. Die Brücke'nin izleyicilere sunduğu, tahta üstüne oyulmuş kalıplardan elde edilen özgün estamp dosyaları bu işin amatörlerince beğenilmeye başlandı (bugün bunlara çok ender olarak rastlanmaktadır).
Topluluk, sanatsal eyleminde birdenbire, şiddetin ve belirgin bir saldırganlığın en üst düzeyine yükseldi. Amacı yüzyılın henüz başlarındaki kaynayan Almanya'nın en genç ve en etkin kişilerini bir araya getirmekti; bu amacına da ulaştı. Die Brücke ile aynı yıllarda, Münih'te, bazıları Alman Franz Marc, August Mack vb.), bazıları da Rus asıllı Vassili Kandiski ve Jawlinskiolan sanataçıların oluşturduğu bir başka topluluğun da benzer kaygılar taşıdığı görüldü. Aralarında en yaşlısı olan ve daha o zamanlar sanatsal "kariyer"ini yapmış bulunan Kandinski (1866'da Moskova'da doğmuştu), otoritesi ve kültürüyle bu topluluğun tartışılmaz önderi olarak göründü. Die Brücke ile birlikte sergiye katıldıktan sonra 1909'da Münih'te Neue Künstlervereinigung'u (Sanatçıların Yeni Topluluğu) kurdu ve 1912'de ünlü albümü Der Blaue Reiter'i (Mavi Süva­ri) yayımladı.
Die Brücke, Pechstein'ın Paris'te bir süre kaldıktan sonra 1908'de yerleştiği Berlin'de de kendini kabul ettirdi. Pechstein, Georg Tappert ile birlikte Ber­lin'de
 Der Blaue Reiter'in yayım yılında, Neue Sezession'u (Yeni Ayrılık) kurdu ve başkanı oldu. Ama Doğu ile Batı arasında bir kavşak noktası olan etkinlikle­rin ve kaynaşmaların kenti Münih, Almanya'nın yönetim başkentinden daha fazla önemliydi: Gerçekten de Münih, olağanüstü canlılıkta bir kaynaşmanın yaşandığı bir kavşak noktasıydı; nitekim buradan XX. yüzyılın en zengin ama en az tanınan akımlarından biri olan canlı Alman dışavurumculuğu çıktı. Özel­likle Saksonya'nın sanayi havzasında doğan Die Brücke'ye karşıt olarak Münih sanat çevreleri kendi değişikliğini, kendi karmaşıklığını ortaya koydu. Ayrıca, Münihli sanatçılar, özellikle Fransızlar olmak üzere Picasso, Braque, Vlaminck, Rouault, Le Fauconnier, Van Dongen gibi yabancı sanatçıları da çağırmaktan geri kalmadılar. Böylece Münih kenti, Dresden, Moskova ve Paris'ten gelen sa­natçıların buluşma yeri oldu.
Fransızların Almanlar üstündeki, özellikle de fovların Die Brücke üstünde­ki etkisi çoğu kez şoven bir anlayış içinde tartışılmıştır. Schmidt-Rottluff ile Heckel'e bakılırsa böyle bir etki hiç söz konusu değildir. Bu iki sanatçının 1946'da yazdıklarına göre, akım kurulduğunda kendileri de arkadaşları da Fransız resmi konusunda bir şey bilmiyorlardı ve dayandıkları kaynaklar daha çok Jugenstill içinde yer alıyordu. Böyle bir kesinleme, dört arkadaşın yaptıkla­rı resmin henüz oldukça geleneksel özellikler taşıdığı 1905 yılı için doğruymuş gibi görünse de, aynı şeyin 1906 yılı için de geçerli olduğu kabul edilebilir mi? Kirchner'in durumu bile oldukça şaşırtıcıdır ve ilk bakışta Schmidt-Rottluff ile Heckel'in bakış açısını geçersiz kılar.
 
Gerçekten de Kirchner, 1904'te, izlenimcilik-sonrası (post-empresyonist) Fransız resminin sergilendiği Münih'te bulun­muş; 1906'da da Dresden'de Arnold galerisi çağdaş Fransız ressamlarının tab­lolarını sergilemişti. Kirchner ve arkadaşlarının bu sergileri görmediklerine ve başta Matisse olmak üzere (1904'te Almanya'da bir sergi açmıştı) fovlardan doğrudan doğruya etkilenmediklerine inanmak olanaksızdır. Kandinski 1906'da Die Brücke ile bağlantıya girdiğinde Paris'ten dönüyordu; bir yıl sonra Pechstein da Fransa'nın başkentine gitti. Bu sanatçıların fovlarm tablolarını görmediklerini ve arkadaşlarına söz etmediklerini ciddi olarak düşünmemiz olanaksızdır.

Hem zaten Pechstein, Van Dongen'le yakınlık kurmuştu ve onun tablolarını rahatlıkla görebilirdi. Bu durumda Alman sanat eleştirmeni ve tarih­çisi L. G. Buchheim'ın ileri sürmüş olduğu gibi Die Brücke üyelerinin fovizm ile ilk kez 1912'de Köln'de Sonderbund sergisinde karşılaşmış olduklarını nasıl kabul edebiliriz ki?

1912'de Der BlaueReiter'deki bir yazıda geçmiş yılların Alman öncü sanatı­nı incelerken Die Brücke ressamlarından ve öteki resim hareketlerinden "Al­manya'nın fovları" olarak söz eden Franz Marc değil midir? Bundan bir süre önce de Kölnische Zeitung'un sanat eleştirmeni de Die Brücke sanatçılarının Düsseldorf'ta açmış oldukları sergiyi tanıtan yazısında (25 Mayıs 1911) "kalı­tımsal düşmanın korkunç tehdidi'ni dile getirmiş ve sergilenen tablolardan "bir Alman sanatı ile Fransız sanatı karışımı" olarak söz etmekten kaçınmamış­tı. Bu da tablo sahipleri için hiç de hoşa giden bir şey olmamıştı her halde.
Ren ötesi fovlarının kesinlikle daha önce ortaya çıkmış olmaları, Die Brüc­ke ressamlarının aklını kurcalayıp durmuştu gerçekten de. Nitekim Kirchner bazı tablolarının tarihlerini değiştirmeyi göze alıp bunların, örnek almış olduğu Fransız ressamlarının tablolarından önce yapılmış olduğu izlenimini uyandır­maya çalışmıştır. Fovların tabloları ile Die Brücke'nin tabloları arasında kimi kez hafifçe bir öykünmeyi andıran yakınlıklar bulunabilir. Matisse'in etkisi gün gibi ortadadır ve bu sanatçının son derece kişisel tekniğine Kirchner'in birçok yapıtında da rastlanır. 1908-1911 yıllarından sonra da Heckel ile Vlaminck, Schmidt-Rottluff ile Derain arasında hiç de daha az inandırıcı olmayan benzer­likler görülür. 1916'da Matisse ile Derain'in etkisi Kirchner'de daha da belirgin­dir. Die Brücke'nin dağılmasının üzerinden de üç yıl geçmiştir.
Öyle görünüyor ki, Dresden ressamları, farkında olmadan ya da bilinçlice, ama en azından aynı kaynaklardan esinlenerek, Fransız fovizmini "Almanlaştırmışlardır". Böyle bir bağımlılığın var olduğunu saptamak, onların özgünlük­lerini ellerinden almak demek değildir; zaten bu bağımlılıktan kısa sürede kur­tulup doğrudan doğruya kendilerinin olan özgünlüğe, çeşitli benzerlikler içer­mesine karşın yine de yadsıyamayacağımız bir özgünlüğe kavuşmuşlardır.
Hem zaten fovlar ile Die Brücke arasında özellikle renk kullanımı ve biçi­min hareketi açısından birçok ayrım vardır. Fovlarda bu iki olgu tamamıyla resimsel ve plastik eğilimlere karşılık verirken, Dresden ressamlarında bu olgular daha tinsel eğilimlerle donatılır. Dışavurumcular için, canlı ve belirgin yeğinlik) her şeyden önce ruhtaki taşkınlığın yansımasıdır. Bu davranışın ortaya çıktığı çizgide, Fransız sanatçılarına özgü geniş, esnek, tamamıyla anıtsal bütünlük ta­şıyan bir ritim yoktur ama saplantı derecesine varan bir kaygıyla dolu, sanrıya ve deliliğe varan bir kızgınlıkla kaplı Alman ruhunun sarsıntılarını kesik kesik, kırık ve dar açılı biçimde bir dile getiriş vardır. Fovlar, bakışın yüceltilmesine; Alman dışavurumcularıysa, zihnin göz ve el üstündeki baskısına uyarlar. Matisse "insanın eski kösnül özünü yeniden canlandırmak" gerekir diye açıklar­ken, Franz Marc "geçici yaşamımızdaki duyuların aldatmacasını özgür kıla­cak" bir sanatı düşler.
Ren'in iki kıyısında, Alman öncü sanatı ile Fransız öncü sanatı karşı karşı­ya durmaktadır ama ilk ateş edenler Fransızlar olmuştur.


*
Bu yazı Pierre Cabane ile Pierre Restany'nin birlikte hazırladıkları L'avant-garde au XXe siecle (XX. yüzyılda Öncü Sanat) [Paris, 1969, 474 s.] adlı kitaptan çevrilmiştir (s. 121-123).
 

Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/sanat/267042-sanat-akimlari-die-brucke-kopru.html#ixzz3VP6pumyx

Erich Heckel (31 Temmuz 1883, Döbeln, Almanya-27 Ocak 1970, Radolfzell, Almanya) 
 Alman dışavurumcu ressam, heykelci ve özgün baskı sanatçısı. Özellikle çıplak figürleri ve manzara resimleriyle tanınır.
1904'te Dresden'de mimarlık öğrenimi görürken tanıştığı Karl Schmidt-Rottluff, Fritz Bleyl ve Ernst Ludwig Kirchner ile birlikte 1905'te Die Brücke (köprü) grubunu kurdu. İlk yapıtları Van Gogh'a duyduğu hayranlığı yansıtır. 1911'de Berlin'e yerleştikten sonra biçimci resimsel kompozisyonlara yöneldi. Bununla birlikte renk kullanımı ve çarpıtılmış mekân betimlemeleri aracılığıyla çarpıcı görüntüler yaratmayı başardı. "Göl Kıyısındaki Kadınlar" (1913; Wilhelm-Lehmbruck Müzesi, Duisburg, Almanya) adlı resmi gelecekçi ressamların kırılmış ışıklarla sağladıkları geçici etkilerin izlerini yansıtır.